31 Aralık 2012 Pazartesi

Ne Seneydi Be!


Bitişler, başlangıçlar derken ömrü geri sayıyoruz farkında olmadan..

Ama bazı seneler var ki, ömür içinde ömür gibi geçiyor gerçekten. 2012 onlardan biriydi benim için. Şöyle bi baktım da;

“Bir bedende iki” girdiğim bu seneyi “iki bedende bir” olarak bitiriyorum, geri sayma da olsa, çoook güzeldi :)

Çok büyüdüm, çok değiştim bir senede.. Neler öğrendim?

İçimdeki sevme potansiyelini, bir insanın bir insanı maksimum ne kadar sevebileceğini

Hayatımda nelerin önem sırasının bir daha eskiye dönemeyecek şekilde yer değiştirdiğini

Her hafta dışarı çıkmadan, mutlaka seyahatlere kaçmadan evde de baya baya mutlu zaman geçirilebileceğini

Sandığımdan çok daha güçlü ve cesur olduğumu

Kilo alma verme sınırlarımı :P

Ve daha bir sürü şeyi..

Tüm sıkıntılara rağmen, ömrümün en değerli en güzel hediyesini aldığım ve çok ama çok mutlu geçirdiğim bu seneyi şükürlerle uğurluyorum!

Ve 2013’den ısrarla istiyorum;

Oğlumun ilk doğumgününün süper geçmesini

Yürüme, koşma, kendi kendine yeme, ve bilimum gelişim evrimlerini başarıyla tamamlamamızı

Çalışma/çalışmama her neyse düzenimi oturtmayı ve artık dengeyi bulmayı

Kocamla başbaşa akşam gezmelerine –hiç olmazsa ayda bir- başlamayı

Sene sonuna kadar süt vermeye devam etmeyi

Bi türlü kafamı veremediğim için neredeyse 7 aydır ara verdiğim kitap okumaya geri dönmeyi
....
Ve tabii ki sağlığı, huzuru, aşkı, mutluluğu..
...
Hayallerin de ötesinde bir güzellikte geçsin yeni sene, hepimize yepyeni taptaze sevinçler getirsin!

24 Aralık 2012 Pazartesi

Yani Olmuyor!


Tam 6 ay bitti çalışma hayatına geri döneli!

Haftasonu, yaklaşık iki aydır bizimle olan anneannemizi gönderdik ve bugün, 3 haftadır bizimle olan bakıcı ablamızla ilk yalnız günü oğlumun. Görüyorum ki bir arpa boyu yol almış değilim.. ilk gün, 18 Haziran günü nasıl işe geldimse bugün de aynı.. demek ki ben bu duyguyla baş edemiyorum, buna alışamıyorum..

Bu olumsuz duyguların içinden çıkamıyor olduğumu gördükçe kararımın doğruluğuna ikna oluyorum tekrar tekrar. Hep söylediğim birşey var, bu konuda belirleyici olan annenin ve bebeğin bu süreçten nasıl etkilendiği. Bu da aileden aileye, anneden anneye ve kesinlikle bebekten bebeğe değişkenlik gösteren bir bileşke. Biz, oğlum ve ben,ikimiz de çok olumsuz etkilenen taraftayız..

Neyse, bugünlerde ilk doğumgünü yaklaşan biriciğimin bu özel gününü planlama işine yoğunlaşmaya çaba gösteriyorum. Hem güzel bir anı olabilsin, hem de aslında birşey anlamayacağı bu organizasyondan Aras en az şekilde etkilensin diye optimum çözümü bulmaya çalışıyorum. Çok keyifli! Yeni doğduğu haftalarda bugünleri hayal bile edememiştim, öyle çabuk geçti ki zaman bazı açılardan.. 
Doğumgünü organizasyonu için butik pasta, kurabiye vb meseleleri araştırırken gördüm ki pekçok kadın, aslında pekçok anne, evden çalışma şansı sunduğu için bulaşmışlar bu işe. Kişisel hobilerini, becerilerini, üretkenliğe dönüştürmüşler. Ve çok da güzel işler çıkarıyorlar. Gurur duydum hikayeleri öğrendikçe..

Bu arada, isyankar annenin ilk girişimcilik macerası hüsranla sonuçlandı. Teoride süper başarılı bir plandı aslında. Bir anaokulu franchiseı alacak, oğluma da özel küçük bir oda yapacak, ondan gün boyu hiç ayrılmayacaktım kendi işimi yapmaya devam ederken. Franchise toplantısında sunulan süper gelir planını alıp basit bir mühendislikle senaryoyu kurgulayınca sonucun hüsran olacağı aşikar oldu, bu macera başlamadan bitti.. Ama ne dedik? Mühim olan kararlılık. En ufak bir tereddütüm yok, bir çıkar yol bulacağız, dönüş yok.  Geçenlerde oturduğumuz sitenin işletmecisinin görevden ayrılacağı açıklandı, bir an düşündüm, bu işi üstlensem ve evimden büyükçe bir tesisi yönetsem diye.. Bakalım bu da fikir aşamasında. Diğer taraftan evden çalışmaya müsait olanakları da araştırıyorum. Hani bir şarkıda diyor ya Sıla, “niyetlenince Tanrı yolumu açtı!” diye, o hesap, algıda seçicilik belki de, pekçok şey görür oldu gözlerim.

Bu yolculuğun her aşamasını; umutsuzluğa düşülen, sorgulamalara girilen, umutların yeşerdiği her adımını paylaşmak istiyorum. Çünkü iyisiyle kötüsüyle, doğrusuyla yanlışıyla somut bir tecrübe bu. Bu yola çıkmak isteyen, çıkmalı mı bilemeyen, sesine ses arayan her annenin, kadının faydalanabileceği.. Bribirimizi duymaya ihtiyacımız var.

Bireysel kurtuluş çaremi araken aklım kollektif çözüme giden yollara da takılıyor. Üstadın dediği gibi, “bişey yapmalı!”.  Bunca kadın bu yarayı yaşıyorken, onca anne bütün güçlülüğüyle bu rüzgara karşı durmaya çalışıyorken, birşeyleri değiştirecek sinerjimiz olmalı. Daha fazla sesimiz çıkmalı, daha fazla duyulmalı çığlığımız.. Kafa yoracağım buna..

17 Aralık 2012 Pazartesi

Mühim Olan, Süreklilik ve Kararlılık...


Hayat ,hiçbir noktada olmadığı gibi, alınan kararlar konusunda da toz pembe değil elbette!

Yani bir karar veriyorsunuz ve hoop bir sihirli değnekle herşey bu kararı kolaylaştıracak ve hayata geçirtecek şekilde değişivermiyor değil mi?  Dahası (ve daha fenası!), beyindeki içsel motivasyon bile değişkenlik gösteriyor..

Bana da öyle oldu ve oluyor tabii ki. Sabah işe gelirken radyomu açıp sevdiğim bir şarkı eşliğinde boğazı geçerken mesela.. Ya da telefondan evdeki kamera sistemine bağlanıp oğlumu yardımcı ablasıyla gayet de keyifli keyifli oynarken gördüğümde.. Ya da öğle molasında şöyle bir kaçıp kuaföre gittiğimde ve alışveriş sitelerinde beğendiğim bir şeyin iki rengini birden kaygısızca satın alıverdiğimde.. “Ben mi büyütüyorum acaba?”, “belki de böylesi daha doğrudur!”, “şurada kaldı 2 sene, böyle de atlatamaz mıyız, o gayet mutlu baksana..”lar beynimdeki minik cücelerce dile getiriliveriyor kalbime hiç acımadan :)

Bu, midemde kramp, yüreğimde azap oluyordu başta.. Yani nihai kararımı verdiğim zamana kadar. Şimdiyse gülüp geçiyorum kendime. Elbette her an full motive bir biçimde, stabil bir düşünce sisteminde kalmak mümkün değil ve birşeyi çok istiyor olmak karşıtını zinhar istemiyor olmak demek değil. Ama karar noktasına gelene kadar teraziyi iyi kurmak, ve ağır basanı bulduktan sonra kararlı kalabilmek bütün mesele..

Şimdilerde ya hep evden devam edebilecek ya da haftada 2 günü geçmeyecek bir çalışma şekli arayışıma devam ediyorum, çünkü benimleyken kafasını kalbime dayayıp uyuduğunda, oynarken kafasını çevirip beni aradığında, bulup gözlerimle buluştuğu zaman gözlerinin içi güldüğünde hayatta hiçbirşeyin, hiçbir sahipliğin sunamayacağı bir huzuru ve mutluluğu paylaştığımızı biliyorum..

Daha “denemeye ve başarmaya değer” ne olabilir ki?



13 Aralık 2012 Perşembe

Bugün Geriye Kalan Hayatın İlk Günü!


Üzerimde bir rahatlık oluştu bile. En azından artık ne yapmayacağımı biliyorum değil mi? Haftada 5 gün çocuğumu ardımda bırakıp tüm günü O’nsuz geçirmeyeceğim kesin.

Artık nasıl bir hayat istediğimi(zi) detaylandırma fazına geçtik.

Böyle bir kararın elbette bir takım sonuçları olacak, iyi ve kötü. Bazı fedakarlıklar gerekecek ve önceliklerin değişmesi hayatı farklı açılardan etkileyecek.

Peki ben şimdi ne biliyorum?

  1. Oğlumun benimle birlikte büyüme süreci benim etki alanımda olan konular nedeniyle sekteye uğramayacak
  2. Hiçbirşey yapmadan uzun süre ev hanımı olmayacağım (pek becerikli olduğum söylenemez bu konuda)
  3. Başkasının bordrosu altında mesai kavramı ile çalışmayacağım
  4. Anneler her dakika yakınımda olmadığından kişisel alanımı koruyabilmek, arada sırada O’nsuz program yapabilmekve evdeki zamanımı O’na adayabilmek için bir yardımcım olacak
  5. Bütün bunları sağlayabilmek ve oğlumun geleceğine yatırım yapabilmek için bir gelir elde edeceğim
  6. Hayat arkadaşımın fikri sponsorluğunu alamadığım hiçbir adım atmayacağım, böyle bir kararın sorumluluğunu paylaşmak bence en önemli parametre
İşte yıllardır tüm donanımıma rağmen cesaret eksikliğinden yola çıkamadığım girişimcilik yolculuğu da bu vesileyle başlar belki kimbilir!

Bir sonraki yazım iş fikirleri üzerine mi olur, yoksa o yolculuk başlamadan biter ve tasarruf tedbirlerini mi tartışırız göreceğiz ;)

12 Aralık 2012 Çarşamba

Kişisel Manifestomdur!


2012’nin 18 Ocak’ında, bembeyaz karlı bir İstanbul sabahında yaşamımın en güzel, en değerli hediyesiyle buluştum.. Oğlum Çetin Aras 40 haftalık upuzun bekleyişimizin sonunda artık bizimleydi! Bundan sonra hayatta mutsuzluk diye bir duygu olamaz diye düşünürken günler hızla geçti, ve O’nun mis bebek kokusunun sarhoşluğu eşliğinde, aslında sadece O’nu doğurmadığımı farkettim buruklukla..

Evet Aras’la birlikte nur topu gibi bir vicdan azabı da doğurmuştum!

Bana muhtaçtı! Kokuma, tenime her an hasretti. Tıpkı benim O’na olduğum gibi. Bir saniye bile ayrılmıyorduk, hep kucağımdaydı. Bütün aksi telkinlere, ayıplamalara, zaman zaman sitemlere rağmen, içgüdülerim O’ndan hiç ayrılmamayı fısıldıyordu yüreğime. “kucağa alıştırma” dediler, bense zaten kucağıma, dokunuşuma alışık diyordum, dünyanın en saçma önerisiydi bence. Bizim birbirimize ihtiyacımız vardı işte, bundan daha görünür bir gerçek olabilir miydi?

Tabii bunlar tatlı başlangıçlardı. Çünkü hala ben ve bebeğim birlikteydik, en önemlisi de buydu..

Her günü sayarken ve her gün için şükrederken oğlum 2,5 aylık oluverdi göz açıp kapayana kadar. Ve O’nu ilk gördüğüm, kokusunu ilk içime çektiğim andan beri göğüs kafesimin altında hep varolan ince sızı engellenemez biçimde hayatımın içindeydi.. Doğum izni dediğin neydi ki? Sona yaklaşmıştı işte!

Hayatımın en mutlu olmam gereken evresinde bir türlü huzura eremiyordum. Yıllık izin, süt izninin bir kısmı derken süre 5 aya uzadı, sevinç çığlıklarıyla.. Zaten bir bakıcımız vardı 40 günlükten beri, 5 aylık olana kadar oooo çoktan alışmış olurlardı birbirlerine..
İşe başlamadan 2 hafta önce bakıcımızla yollarımız ayrıldı, annem başka bir şehirden kalktı geldi, yeni birini aramalar, O’nu alıştırmalar derken;

5 ay dolduğunda çok ağlamalı, isyanlı, şiş gözlerle işyerine varılan günler başladı. Yine ayıplanıyordum! Haftanın 1 günü süt iznim vardı, 2 günü evden çalışma konusunda anlaşmıştık, topu topu 2 gün ofise gidiyordum, benimkisi şımarıklıktı artık! Bana sorarsanız da yaşadığım çok ama çok derin bir aşk acısıydı.. Yüzü gözümün önünden bir saniye olsun gitmiyordu, burnumun direği her dakika sızlıyordu.. Değil iki gün, benim için birkaç saat bile yeterliydi bunları hissetmek için!

Herkes bunları “aşırı”(!)  annelik duygularıma ve şanssız şekilde bakıcı değişiklikleri yaşamama bağladı. Dünyanın en doğal içgüdüsü değil miydi her canlı için, her anne için yavrusunun yanında olmayı istemek? Ne zamandır modern dünya bunun ismini “aşırı annelik” koyar olmuştu ki??

Çaresizlik.. hayatımda ilk kez ve en ağırından çaresizlik! Okudum araştırdım, yollar aradım ama bulamadım..

Uzatmayalım.. alışırsın, herşey yoluna girer telkinleri eşliğinde 6 aydır çalışıyorum. Süt iznimin kalanı da bitti, evden çalışma opsiyonum da 1 güne indi. 2 haftadır haftada 4 gün ofisteyim. Ve minicik yavrumdaki mutsuzluğu gözlerimle görüyorum..

Bu sebepledir ki ey dünya!;

Ben bundan sonra eşyanın tabiatına aykırı yaşamayı reddediyorum!

Oğlumun kendini güvende hissetmek için beni yanında görmeye, her istediğinde emzirilmeye, annesinin kucağında uykuya dalmaya hakkı vardır!  Bu, “hak”tır; bir lütuf veya şımarıklık değildir!

Benim bir anne olarak oğlumun kokusunu doyasıya içime çekmeye, her anına, gelişimine tanık olmaya, huzurla nefes almaya hakkım vardır! Bu, “hak”tır; bir aşırılık, beceriksizlik, sorumsuzluk ya da vizyonsuzluk değildir!

Modern(!) dünyanın dayattığı bu sömürü düzenine artık ayak uydurmayacağımı ilan ediyorum. Evet para kazanmanın bir yolunu bulacağım. O eğitimle, kariyerde geldiğim o noktayla kıyas kabul etmeyecek belki, ama artık buna da hazırım. Hemen yarın istifamı verecek değilim, ama bundan sonra nihai hedefim bellidir ve 6 ay içerisinde hayata geçecektir..

Daha sade, daha özgür, daha huzurlu, daha yalın bir hayata merhaba!

Bu yolculuğa tanık olmak isteyen herkesle yolculuğumu pay etmeye geldim..