Hayat ,hiçbir
noktada olmadığı gibi, alınan kararlar konusunda da toz pembe değil elbette!
Yani bir karar
veriyorsunuz ve hoop bir sihirli değnekle herşey bu kararı kolaylaştıracak ve
hayata geçirtecek şekilde değişivermiyor değil mi? Dahası (ve daha fenası!), beyindeki içsel
motivasyon bile değişkenlik gösteriyor..
Bana da öyle oldu
ve oluyor tabii ki. Sabah işe gelirken radyomu açıp sevdiğim bir şarkı eşliğinde
boğazı geçerken mesela.. Ya da telefondan evdeki kamera sistemine bağlanıp
oğlumu yardımcı ablasıyla gayet de keyifli keyifli oynarken gördüğümde.. Ya da
öğle molasında şöyle bir kaçıp kuaföre gittiğimde ve alışveriş sitelerinde
beğendiğim bir şeyin iki rengini birden kaygısızca satın alıverdiğimde.. “Ben
mi büyütüyorum acaba?”, “belki de böylesi daha doğrudur!”, “şurada kaldı 2
sene, böyle de atlatamaz mıyız, o gayet mutlu baksana..”lar beynimdeki minik
cücelerce dile getiriliveriyor kalbime hiç acımadan :)
Bu, midemde
kramp, yüreğimde azap oluyordu başta.. Yani nihai kararımı verdiğim zamana
kadar. Şimdiyse gülüp geçiyorum kendime. Elbette her an full motive bir biçimde,
stabil bir düşünce sisteminde kalmak mümkün değil ve birşeyi çok istiyor olmak karşıtını zinhar istemiyor olmak demek değil.
Ama karar noktasına gelene kadar teraziyi iyi kurmak, ve ağır basanı bulduktan
sonra kararlı kalabilmek bütün mesele..
Şimdilerde ya hep
evden devam edebilecek ya da haftada 2 günü geçmeyecek bir çalışma şekli
arayışıma devam ediyorum, çünkü benimleyken kafasını kalbime dayayıp
uyuduğunda, oynarken kafasını çevirip beni aradığında, bulup gözlerimle buluştuğu
zaman gözlerinin içi güldüğünde hayatta hiçbirşeyin, hiçbir sahipliğin
sunamayacağı bir huzuru ve mutluluğu paylaştığımızı biliyorum..
Daha “denemeye ve başarmaya değer” ne olabilir ki?
Benzer çelişkileri kızım doğduğundan beri ben de yaşıyorum. O doğunca ben işimi bıraktım. Çoook zorlandım ve bunalımlara girdim. Ama çok iyi biliyorum ki eğer çalışmaya devam etseydim bu sefer de onu evde bırakıp işe gittiğim için isyan edecektim. Çünkü her iki durumda da "aaa çalışıyor musun?" ya da "aaa çalışmıyor musun yoksaaa?" sorularıyla karşılaşacaktım. (bu soruları en başta insan kendi kendine soruyor)Her iki durumda da kendimi eksik hissedecektim. Bunun o kadar karmaşık sebepleri var ki...Burada anlatırsam çok uzun sürer:)Bütün toplum yapısı, sistem, ekonomi, herşeyle alakalı...Dünyanın en doğal şeyi olan "kendi doğurduğum çocuğa kendimin bakması" eylemi son derece anormal, zor, müthiş destek gerektiren bir olaya dönüştürülmüş durumda. Hani neredeyse hayatımıza yük olmasın diye doğurmamalıyız. Ya da doğuracaksak da hayattan soyutlanmayı, yok olmayı kabul etmeliyiz. Benim çok sevdiğim bir blog var. O blogdaki şu yazıyı seninle de paylaşmak istiyorum:
YanıtlaSilhttp://yenibiranlam.com/2012/10/29/ninni-ve-bayramin-dusundurdukleri/
teşekkür ederim, ben de sevgiyle okudum yazıyı.. bu çaresizliği kabul etmemek, ikiden birini tamamen yok etmemek adına mücadelem. Bunu dayatan düzene karşı ne kadar çok ses çıkarsa o kadar iyi diye düşünüyorum. Değişmek zorundayız, değiştirmek zorundayız.. Bu değişimi gerçek kılmanın gücü de yalnız annelerde olabilir..
Sil