21 Şubat 2013 Perşembe

Adı Bakıcı/Yardımcı/Dadı ama İlla Ki “Sorun”!


Hiç istemezdim ama bu konuda hatrı sayılır bir deneyime sahip oldum ne yazık ki. Bunu da paylaşmak boynumun borcu dedim nihayetinde, belki ufak da olsa faydası olur bu gerçekle yüzleşmekte olan / yüzleşecek sevgili annelere.. 

Sakınan göze çöp batar bir kere, bu birinci öğrenimimiz. Ben henüz sevgili oğlumun karnımın içinde, her an benimle olduğu, ve her ihtiyacının benim tarafımdan karşılandığı o saadet zamanlarında başladım bu konuda kaygılanmaya. Okuyup öğrendikçe de tek gayem oğlumun duygusal gelişimine en ufak bir halel gelmesin diye zinhar 3 sene bakıcı değiştirmemek oldu. Zira ilk 3 yıl duygusal gelişimin çok yoğun olduğu, bebek camiasının 3’den fazla yüze bağlılık geliştirmekte zorlanacağı ve ihtiyacını karşılayan yüz değiştikçe güven konusunda problem yaşayabileceği konusunda ciddi çalışmalar var. Haliyle daha 7. ayımda başladım danışmanlık şirketlerini, nam-ı diğer ajansları aramaya. Hepsi klasik, “çok erken, işe alacağınız zaman bir 20 gün önce haber verin hallederiz” dediler. Doğum iznime ayrılınca da başladım görüşmeler yapmaya. 2 kişiyi önceliklendirdim, annelerimle görüştürdüm son kararı birlikte verebilmek için. Herşey ideal ilerledi yani. Ve ortak kararımız ile bir kişiyi başlattık. Yatılı & Türk idi. Bankadan emekli, bir çocuğu olan, görmüş geçirmiş biriydi. 2. gün gönderdik sigara içtiğini ve bunu saklamaya çalıştığını annem sayesinde farkedip.. İşte masal böylece sona erdi. Sonraki deneyimlerimi detaylandırmak istemiyorum elbette ama benim bu deneyimden bu ana kadar öğrendiklerimle söyleyebileceklerim;

1. Mükemmel Bakıcı diye birşey yoktur! Şimdi biliyorum ki kendi klonumu işe alsam Aras’a bakıcı olarak, klonumu bile %100 beğenmem. Bir kere bu gerçeği kabul etmek gerekiyor. Hiçkimse, ama hiç kimse sizin çocuğunuza sizin gibi hissederek bakamaz, davranamaz. Bununla ne kadar erken yüzleşirseniz o kadar iyi.

2. Bebeğinize kimin bakacağına SİZ karar vermelisiniz. Siz en iyi nasıl hissedecekseniz, sizin aile düzeniniz için en iyisi ne olacaksa ona karar verebilmelisiniz. Anneanne ve babaanneler her zaman sevgi dolu birer seçenek, ve belki de çok çok iyi birer seçenek ama herkes için her zaman uzun vadede en doğru tercih olmayabilir. Onlar tercih edilecekse mutlaka ama mutlaka birinin belirlenmesi öneriliyor. Dönüşümlü bakmaları hiçbir şekilde önerilmeyen bir metod çocuğun duygusal gelişimi açısından. Artık herkesin malumu, bebekler büyürken mümkün olduğunca değişmeyen, bir sonraki anı tahmin edebilecekleri ortamlarda rahat ediyorlar.

3. Hep söylediğim gibi, doğum izni dediğin kelebek ömrü gibi, bir anda bitiveriyor. O yüzden çocuğunuzu büyütürken bir bakıcıdan yardım almaya karar verirseniz,  seçim mümkünse doğum izni bitiminden en az 2 ay önce yapılmış ve bu kişi işe başlamış olmalı. 2 ay bir düzen kurabilmek için ancak yeter. Ve unutmayın, o başlayan kişiyle devam edip edemeyeceğinizi, yeniden seçim sürecine başlayıp başlamayacağınızı bilemezsiniz. İdealde doğumdan önce bu işi çözmek en doğrusu..

4. Yatılı mı Gündüzlü mü? Buna karar vermek için pekçok parametre var. Ev müsait mi, evde yaşayan kişiler hangisinde daha rahat edebilecek, çalışma saatleri nasıl planlanıyor vb. İkisinin de elbette avantajları ve dezavantajları var. Yatılı yardımcınız olması durumunda “geldi mi, gelecek mi, geç mi kalacak, hiç mi gelmeyecek” gibi sırat köprüsünden geçirten soruları her sabah yaşamazsınız mesela. Veya her akşam aman geç mi kalacağım, trafikte kalırsam yüzünü asar mı, kaçar gider mi diye dertlenmek zorunda kalmazsınız. Gündüzlüde de akşam olup bebeğiniz uykuya daldığında evinizde yalnız, eskisi gibi olmanın tadını çıkarırsınız, eviniz size kalır..

5. Türkler şöyle iş yapmaz, Moldovyalılar böyle kötü çalışır, Türmenistanlılar şöyle cingöz olur vırt zırt diye başlayan genellemelere hiç aldırış edilmemelidir. Aslolan “insan”dır. İnsanlık da milliyet gözetmez. Dolayısıyla milliyet ayrımı değil de adayların yaşam biçimi ayrımı daha mantıklıdır.

6. Bulunması zordur ama, kendi özel hayatında düzeni olan ve mutlu olan kimseler problem potansiyeli diğerlerine göre daha az olan kimselerdir.

7. Bebeğe bakan kişi O’nun dilinden anlıyor, O’nunla konuşuyor, O’nu hayatın içine alıyor ve sevgisini cömertce sunuyorsa geriye kalan teferruatlara çok fazla takılmamak gerekir. Bu bileşim bulunması çok ama çok zor bir bileşimdir, kıymeti bilinmeli, bebekle arasındaki iletişim ve ilişkiye gereğinden fazla müdahale edilmemelidir.

Herkesin ilk karar verdiği kişiyle çocuğunu güven içinde, sevgi ve huzurla büyütebilecek kadar şanslı olmasını diliyorum..

24 Ocak 2013 Perşembe

İlk Doğumgünü Telaşı : 1 Yaş Kutlama Rehberi :)



Hamilelikteki mihenk taşlarından sonra doğumdan itibaren sayılmaya başlanan dönüm noktalarının en önemlilerinden biri.. 1 Yaş!

İlk doğduğu zamanlar günler sayılır, sonra “aylık”lara geçebilmek hayal edilir, 40ına varılır, “ilk 3 ay dolsun herşey değişecek, gazlar gidecek” diye iç geçirilir, 6 aylık oldu koca adam oldu denilir, derken... başlar ilk yaşın telaşı! Bir yandan duygusallık tavan yaptığı için fırk fırk burun çekip durursunuz zaman yaklaştıkça, bir yandan da anneliğin yüklediği o müthiş sorumlulukla, bebeğinizin bugünü ileride baktığında mutlulukla anması için uğraşırsınız. Bende aynen böyle oldu. Nasıl yapmalı nasıl kutlamalı, nasıl O’nun konforundan ödün vermeden günü unutulmaz kılmalı diye az kafa yormadım. Benden sonra soracaklara not düşmek adına da bu yazıyı kaleme, pardon klavyeye aldım :)

1. Bebeğinizin bugünden birşey anlamayacağı safsatasına kulak asmayın ve kimleri davet edeceğinizi iyi seçin!
Ben inanmıştım bu söyleme, ama hiç de öyle olmadığını gördüm. Evet, “çok duygulandım bu ne süpriz!” moduna girmiyor elbette ama bir bebek kendisi için bir araya gelen, kendisine sevgilerini cömertçe sunan insanların varlığını, özel bir buluşma yaşandığını kesinlikle farkediyor. Dolayısıyla bu çerçevede bir organizasyon yapıp davetli sayısını bebeğinizin gözünü, gönlünü çok yormayacak seviyede tutmaya bakın derim.

2. Mekana Karar Verin
Davetli sayınız ve daha önemlisi bebeğinizin mizacı en önemli yol göstericiniz olmalı. Sosyal ortamları, yabancı mekanları seven, ev dışında da yeme/uyuma düzenini makul seviyede de olsa sürdürebilen bir bebekse sizinkisi, özgürsünüz, canınız nerede isterse orada kutlayın bu özel günü. Ama benim gibi, en çok evinde mutlu olan, evin dışında konforunu tutturamayıp uyumakta zorlanan, ses izolasyonuna çok düşkün bir bebeğin annesi iseniz evinizi tercih edin derim. Biz öyle yaptık ve ben o gün “herkesin ne organizasyonu varsa bizim evde yapabilir” bilgisini deklare ettim, zira oğlum çok keyifliydi, uykusu gelince de kendi odasında, kendi rutininde rahat rahat uyuyabildi, uyanıp kaldığı yerden eğlenmeye devam edebildi.

3.   Kutlama Saatini Seçerken Dikkatli Olun
Bunun tek kriteri bebeğinizin uyku düzeni elbette. Hangi saatte uyuyor uyanıyor, günde kaç kez uyuyor bunlara bakmak önemli. İki kez gündüz uykusu uyuyan bir bebek için parti başlangıcının tam ilk uykudan uyandığı saate denk getirilmesi akıllıca oluyor.

4.  Hayal Gücünüzün Sınırlarını Zorlayın, Her Detayı Sizin İçin Anlamlı Hale Getirin
Zor kararları verdiniz, sıra geldi zevkli kısma! Mekanı nasıl süsleyeceksiniz? Bir tema seçimi yapmak kesinlikle işinizi kolaylaştırır. İçinize en çok sinen temaya karar verin, sizin için özel olsun, sizi ve bebeğinizi yansıtsın. Sonra o temayla uyumlu hazırlıklar yapın. Bu tür çalışmaları yapabiliyorsanız kendiniz halledebilirsiniz, benim gibi fikir üretmede adeta bir guru, ama üretimde adeta bir kaplumbağa iseniz fikirlerinizi güzelliklere dönüştürecek pekçok harika insan var. Ben İzmir’den Hayal Tasarım Atölyesi ile çalıştım, çok da memnun kaldım. Ana malzemeleri oradan edindim, destek olarak da partidunyasi.com’dan faydalandım, kendi temamız ve hazır çalışmalarımızla uyumlu balonlar, servis malzemeleri, süsler vb hep oradan geldi.

5.   Menüyü ve Tabii ki Pastayı Unutmayın
Kendiniz mi hazırlanacaksınız, size kim yardım edecek hepsine önceden karar vermelisiniz. Kim neyi hazırlayacak planlamak hayat kurtarır. Pastanız temanızla uyumlu olmalı elbette ;)

6.  Bebeğinizi Hazırlayın!
Minik meleğinize birkaç gün öncesinden “iyi ki doğdun” şarkısını söylemeye başlayın, doğumgünü için heyecanlandığınızı hissettirin, pasta ve mum üfleme oyunları oynayın, önemli bir günün geldiğini, bu önemli günün kendisiyle ilgili olduğunu ve bunun sizi çok heyecanlandırdığını hissedecek emin olun. Ve o gün hep bir ağızdan “iyi ki doğdun” şarkısı söylenirken şaşırmak/tedirgin olmak yerine sevinip gülümseyerek size süper bir hediye verecek inanın :)

7. Son Geceyi İyi Geçirin
Kutlama öncesindeki son geceyi kutlama mekanınız ev ise evinizi süsleyerek geçirin. Öyleyse de değilse de bu gece geçen bir seneyi hatırlamak, doğduğundan beri bebeğinizin ne çok değiştiğini/geliştiğini görmek, hayatınızın ne kadar güzelleştiğini ve evet zorlaştığını hissetmek için iyi bir fırsat, tadını çıkarın.

Ve sabah uyandığınızda hem dünya tatlısı bebeğinizi hem de kendinizi ve tabii ki eşinizle birbirinizi kutlayın! Siz de bu 1 senede çok yol katettiniz unutmayın. Ebeveynliğinizin ilk yıldönümü kutlu olsun :)

18 Ocak 2013 Cuma

BUGÜN!

Aynı senin dünyamıza sefalar getirdiğin gün gibi erkenden uyandım bu sabah bölük pörçük bir uykudan.. 
Bu defa uyanır uyanmaz elimi kocaman karnımda gezdirip seninle konuşup dua etmedim, bu defa senin huzurla uyuyan masum yüzüne baka baka, müthiş bir dinginlikle alıp verdiğin nefesini dinleye dinleye şükrettim!
Geçen bir yıl boyunca her gün hücrelerimin tümünde, dibine kadar hissederek söylediğim gibi, iyi ki doğdun, iyi ki geldin biriciğim! Bugün tam 1 sene oldu!

Minicik bedenin ve kocaman sesinle hayatımıza girdin ya, sen herhangi bir şeyin ödülü olamayacak kadar büyük bir lütufsun bana, Allah’tan bir armağansın.. Başımıza gelen en güzel şey, bütün aşk şarkılarının tartışmasız tek bahis konusu, evimizin “küçük oğlak”ı, yüreğimin nazar boncuğusun..

Kelimelerle ifadesi mümkün olmayan, sınırsızlığın bile tanımlamakta sınırlı kaldığı bir sevdanın ortasında tek dileğimiz sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir yaşamının olması. Senden gayrı herşey sadece teferruat çünkü!



3 Ocak 2013 Perşembe

"Hamileyken Bilseydim Keşke"lerim

Son zamanlarda düşünüyorum da, doğumdan sonra her geçen ayla birlikte, keşke hamileyken birileri söyleseydi, bir şekilde öğrenseydim dediğim şeylerin sayısı arttı. Kimbilir daha ne kadar da artacak.. En iyisi bunları bir yazıda toplayayım dedim, belki bazılarımızın işine yarar ;)

1- Sling diye birşey var, hayat kurtaran birşey!
Hele de benim gibi kucak kucağa seven bir anne olursanız, takarsınız slinginizi, bebek mutlu, siz mutlu.. eller özgür, beden özgür, istediğiniz gibi dolaşır, istediğiniz işinizi halledersiniz. Ben 2. ay dolduğunda bu konudaki cehaletimden kurtuldum, o zamana kadar da bir odada, sığınağımızda yaşadık oğlumla bir nevi :( Çeşitleri çok, bence yenidoğan için en iyisi "wrap sling". Büyüdüğünde ise en rahat "BaBa Sling" kullandım ve hala kullanıyorum..

2- Bebek eşyaları için Eminönü diye biryer var!
Allahtan yenidoğan eşyaları için ziyaret etmiştim Eminönü Havuzlu Han'ı, ama keşke bilseydim de 1 yaşına kadar kullanabileceği değişik bedenlerde kıyafetler alsaydım. Oradan aldığımız stoklar 1 ay içinde küçük geldi ve sonrası "marka" tabir ettiğimiz alışveriş merkezlerindeki noktalardan dünya masrafa maloldu. Zira taze bebeyle Eminönü ziyareti cesaret istiyor doğumdan sonra. Annemin hep dediği gibi, "çocuğun yediği helal, giydiği haramdır" aslında :) 

3- Hamile kıyafetleri doğumdan sonra da bir süre giyilecek ve farklı bir fonksiyonu olacak!
Tamam, biliyoruz doğumdan sonra giyilecek bu elbiseler, zira herkes bir Ebru Şallı değil hastaneden sıfır beden ayrılabilsin.. Ama bu kıyafetlerin emzirmeyi kolaylaştıracak kıyafetler olması çok önem kazanıyor doğumdan sonra, önemli olan bu detayı akılda tutmak. Dışarıda ya da evde, önü düğmeli, veya yakası geniş kıyafetler her zaman hayatı kolaylaştırır.

4- Emzirme Önlüğü bebek çantasının en vazgeçilmez elemanıdır!
Emziriyorsanız ve bir önlüğünüz varsa tebrikler! Mobil olması en kolay anne modelisiniz. Ne biberona, ne sıcak suya, ne mamalar taşımaya ihtiyacınız olacak. Sadece bir önlük, heryerde, ama heryerde bebeğiniz istediği an hazırsınız beslemeye ;)

5- Bebek Hamağı Süper Bir İcattır!
Heryere gelir sizinle. Biraz ağırdır ama 2 dakika alır söküp takması. Gündüz uykularını onda sallanarak uyumaya alışırsa bebeğiniz, plajda bile nasıl uyutacağım derdiniz olmaz..

6- Nurturia diye bir paylaşım sitesi vardır!
Ebeveynler için ekşi sözlük kıvamında bir bilgi kaynağı, umutsuz anlarda "aa birsürü evde oluyormuş bu" dedirten bir rahatlama ortamıdır. Üye olunmalıdır, tecrübelerden faydalanılmalıdır.. 

7- Yenidoğan Servisi Hemşireleri Candır!
Doğumu yaptıracak doktor evet en önemlisi ama, doğum yapılacak hastanenin ilgili bölümündeki hemşireler kritik önemdedir. Bu konuda berbat bir tecrübesi olan biri olarak şimdiki aklım olsa mutlaka doğum yapacağım hastanenin hemşireleriyle ilgili yorumları bulup okur, referanslara sorup araştırırdım, bütün bir (ya da iki) gece bebeğiniz ve siz onlarla başbaşa oluyorsunuz çünkü..

8- Emziren anne mutlaka göğüs yarası yaşar!
Ama doğumdan önce mutlaka birilerinin verdiği/sattığı kremler bir işe yaramaz. İlaçlar kullanılmalıdır, ilaçlar da ilk 1-2 gün etki eder sonra etkisini kaybeder, değiştirildikçe etki süresi uzar. Garmastan ve evicap kapsül 1 numaradır, aloeveralı kremler falan hikayedir :(

9- Bebeklere Eldiven Giydirilmez!
Yenidoğan bebeklere orasını burasını çizmesin diye hemen eldiven giydirirler. Büyükleri bırakın hastanedekiler bile! Oğlum için ne kadar rahatsız edici birşey olduğunu sevgili kuzenim uyardığında anlayabildim. Uykudayken tırnaklarını güzelce kesip çizik tehlikesini bertaraf etmek ve dünyayla en önemli bağlantısı olan ellerini rahatça keşif için kullanmasına izin vermek en iyisidir. 

10- Ayrılık Anı Çok Yakındır :(
Bebek gelmeden, anne mümkünse O'ndan ayrılmayı beceremeyebileceği ihtimalini göz önünde tutmalı ve hayatını buna göre düzenlemeye çalışmalıdır her açıdan..

şimdilik bu kadar.. benden söylemesi :)

P.S.: Şimdilik iş durumlarında bir gelişme yok, ama kararda da en ufak bir değişiklik söz konusu değil! zaman geri sayıma devam ediyor, bakalım kim galip gelecek :)



31 Aralık 2012 Pazartesi

Ne Seneydi Be!


Bitişler, başlangıçlar derken ömrü geri sayıyoruz farkında olmadan..

Ama bazı seneler var ki, ömür içinde ömür gibi geçiyor gerçekten. 2012 onlardan biriydi benim için. Şöyle bi baktım da;

“Bir bedende iki” girdiğim bu seneyi “iki bedende bir” olarak bitiriyorum, geri sayma da olsa, çoook güzeldi :)

Çok büyüdüm, çok değiştim bir senede.. Neler öğrendim?

İçimdeki sevme potansiyelini, bir insanın bir insanı maksimum ne kadar sevebileceğini

Hayatımda nelerin önem sırasının bir daha eskiye dönemeyecek şekilde yer değiştirdiğini

Her hafta dışarı çıkmadan, mutlaka seyahatlere kaçmadan evde de baya baya mutlu zaman geçirilebileceğini

Sandığımdan çok daha güçlü ve cesur olduğumu

Kilo alma verme sınırlarımı :P

Ve daha bir sürü şeyi..

Tüm sıkıntılara rağmen, ömrümün en değerli en güzel hediyesini aldığım ve çok ama çok mutlu geçirdiğim bu seneyi şükürlerle uğurluyorum!

Ve 2013’den ısrarla istiyorum;

Oğlumun ilk doğumgününün süper geçmesini

Yürüme, koşma, kendi kendine yeme, ve bilimum gelişim evrimlerini başarıyla tamamlamamızı

Çalışma/çalışmama her neyse düzenimi oturtmayı ve artık dengeyi bulmayı

Kocamla başbaşa akşam gezmelerine –hiç olmazsa ayda bir- başlamayı

Sene sonuna kadar süt vermeye devam etmeyi

Bi türlü kafamı veremediğim için neredeyse 7 aydır ara verdiğim kitap okumaya geri dönmeyi
....
Ve tabii ki sağlığı, huzuru, aşkı, mutluluğu..
...
Hayallerin de ötesinde bir güzellikte geçsin yeni sene, hepimize yepyeni taptaze sevinçler getirsin!

24 Aralık 2012 Pazartesi

Yani Olmuyor!


Tam 6 ay bitti çalışma hayatına geri döneli!

Haftasonu, yaklaşık iki aydır bizimle olan anneannemizi gönderdik ve bugün, 3 haftadır bizimle olan bakıcı ablamızla ilk yalnız günü oğlumun. Görüyorum ki bir arpa boyu yol almış değilim.. ilk gün, 18 Haziran günü nasıl işe geldimse bugün de aynı.. demek ki ben bu duyguyla baş edemiyorum, buna alışamıyorum..

Bu olumsuz duyguların içinden çıkamıyor olduğumu gördükçe kararımın doğruluğuna ikna oluyorum tekrar tekrar. Hep söylediğim birşey var, bu konuda belirleyici olan annenin ve bebeğin bu süreçten nasıl etkilendiği. Bu da aileden aileye, anneden anneye ve kesinlikle bebekten bebeğe değişkenlik gösteren bir bileşke. Biz, oğlum ve ben,ikimiz de çok olumsuz etkilenen taraftayız..

Neyse, bugünlerde ilk doğumgünü yaklaşan biriciğimin bu özel gününü planlama işine yoğunlaşmaya çaba gösteriyorum. Hem güzel bir anı olabilsin, hem de aslında birşey anlamayacağı bu organizasyondan Aras en az şekilde etkilensin diye optimum çözümü bulmaya çalışıyorum. Çok keyifli! Yeni doğduğu haftalarda bugünleri hayal bile edememiştim, öyle çabuk geçti ki zaman bazı açılardan.. 
Doğumgünü organizasyonu için butik pasta, kurabiye vb meseleleri araştırırken gördüm ki pekçok kadın, aslında pekçok anne, evden çalışma şansı sunduğu için bulaşmışlar bu işe. Kişisel hobilerini, becerilerini, üretkenliğe dönüştürmüşler. Ve çok da güzel işler çıkarıyorlar. Gurur duydum hikayeleri öğrendikçe..

Bu arada, isyankar annenin ilk girişimcilik macerası hüsranla sonuçlandı. Teoride süper başarılı bir plandı aslında. Bir anaokulu franchiseı alacak, oğluma da özel küçük bir oda yapacak, ondan gün boyu hiç ayrılmayacaktım kendi işimi yapmaya devam ederken. Franchise toplantısında sunulan süper gelir planını alıp basit bir mühendislikle senaryoyu kurgulayınca sonucun hüsran olacağı aşikar oldu, bu macera başlamadan bitti.. Ama ne dedik? Mühim olan kararlılık. En ufak bir tereddütüm yok, bir çıkar yol bulacağız, dönüş yok.  Geçenlerde oturduğumuz sitenin işletmecisinin görevden ayrılacağı açıklandı, bir an düşündüm, bu işi üstlensem ve evimden büyükçe bir tesisi yönetsem diye.. Bakalım bu da fikir aşamasında. Diğer taraftan evden çalışmaya müsait olanakları da araştırıyorum. Hani bir şarkıda diyor ya Sıla, “niyetlenince Tanrı yolumu açtı!” diye, o hesap, algıda seçicilik belki de, pekçok şey görür oldu gözlerim.

Bu yolculuğun her aşamasını; umutsuzluğa düşülen, sorgulamalara girilen, umutların yeşerdiği her adımını paylaşmak istiyorum. Çünkü iyisiyle kötüsüyle, doğrusuyla yanlışıyla somut bir tecrübe bu. Bu yola çıkmak isteyen, çıkmalı mı bilemeyen, sesine ses arayan her annenin, kadının faydalanabileceği.. Bribirimizi duymaya ihtiyacımız var.

Bireysel kurtuluş çaremi araken aklım kollektif çözüme giden yollara da takılıyor. Üstadın dediği gibi, “bişey yapmalı!”.  Bunca kadın bu yarayı yaşıyorken, onca anne bütün güçlülüğüyle bu rüzgara karşı durmaya çalışıyorken, birşeyleri değiştirecek sinerjimiz olmalı. Daha fazla sesimiz çıkmalı, daha fazla duyulmalı çığlığımız.. Kafa yoracağım buna..

17 Aralık 2012 Pazartesi

Mühim Olan, Süreklilik ve Kararlılık...


Hayat ,hiçbir noktada olmadığı gibi, alınan kararlar konusunda da toz pembe değil elbette!

Yani bir karar veriyorsunuz ve hoop bir sihirli değnekle herşey bu kararı kolaylaştıracak ve hayata geçirtecek şekilde değişivermiyor değil mi?  Dahası (ve daha fenası!), beyindeki içsel motivasyon bile değişkenlik gösteriyor..

Bana da öyle oldu ve oluyor tabii ki. Sabah işe gelirken radyomu açıp sevdiğim bir şarkı eşliğinde boğazı geçerken mesela.. Ya da telefondan evdeki kamera sistemine bağlanıp oğlumu yardımcı ablasıyla gayet de keyifli keyifli oynarken gördüğümde.. Ya da öğle molasında şöyle bir kaçıp kuaföre gittiğimde ve alışveriş sitelerinde beğendiğim bir şeyin iki rengini birden kaygısızca satın alıverdiğimde.. “Ben mi büyütüyorum acaba?”, “belki de böylesi daha doğrudur!”, “şurada kaldı 2 sene, böyle de atlatamaz mıyız, o gayet mutlu baksana..”lar beynimdeki minik cücelerce dile getiriliveriyor kalbime hiç acımadan :)

Bu, midemde kramp, yüreğimde azap oluyordu başta.. Yani nihai kararımı verdiğim zamana kadar. Şimdiyse gülüp geçiyorum kendime. Elbette her an full motive bir biçimde, stabil bir düşünce sisteminde kalmak mümkün değil ve birşeyi çok istiyor olmak karşıtını zinhar istemiyor olmak demek değil. Ama karar noktasına gelene kadar teraziyi iyi kurmak, ve ağır basanı bulduktan sonra kararlı kalabilmek bütün mesele..

Şimdilerde ya hep evden devam edebilecek ya da haftada 2 günü geçmeyecek bir çalışma şekli arayışıma devam ediyorum, çünkü benimleyken kafasını kalbime dayayıp uyuduğunda, oynarken kafasını çevirip beni aradığında, bulup gözlerimle buluştuğu zaman gözlerinin içi güldüğünde hayatta hiçbirşeyin, hiçbir sahipliğin sunamayacağı bir huzuru ve mutluluğu paylaştığımızı biliyorum..

Daha “denemeye ve başarmaya değer” ne olabilir ki?



13 Aralık 2012 Perşembe

Bugün Geriye Kalan Hayatın İlk Günü!


Üzerimde bir rahatlık oluştu bile. En azından artık ne yapmayacağımı biliyorum değil mi? Haftada 5 gün çocuğumu ardımda bırakıp tüm günü O’nsuz geçirmeyeceğim kesin.

Artık nasıl bir hayat istediğimi(zi) detaylandırma fazına geçtik.

Böyle bir kararın elbette bir takım sonuçları olacak, iyi ve kötü. Bazı fedakarlıklar gerekecek ve önceliklerin değişmesi hayatı farklı açılardan etkileyecek.

Peki ben şimdi ne biliyorum?

  1. Oğlumun benimle birlikte büyüme süreci benim etki alanımda olan konular nedeniyle sekteye uğramayacak
  2. Hiçbirşey yapmadan uzun süre ev hanımı olmayacağım (pek becerikli olduğum söylenemez bu konuda)
  3. Başkasının bordrosu altında mesai kavramı ile çalışmayacağım
  4. Anneler her dakika yakınımda olmadığından kişisel alanımı koruyabilmek, arada sırada O’nsuz program yapabilmekve evdeki zamanımı O’na adayabilmek için bir yardımcım olacak
  5. Bütün bunları sağlayabilmek ve oğlumun geleceğine yatırım yapabilmek için bir gelir elde edeceğim
  6. Hayat arkadaşımın fikri sponsorluğunu alamadığım hiçbir adım atmayacağım, böyle bir kararın sorumluluğunu paylaşmak bence en önemli parametre
İşte yıllardır tüm donanımıma rağmen cesaret eksikliğinden yola çıkamadığım girişimcilik yolculuğu da bu vesileyle başlar belki kimbilir!

Bir sonraki yazım iş fikirleri üzerine mi olur, yoksa o yolculuk başlamadan biter ve tasarruf tedbirlerini mi tartışırız göreceğiz ;)

12 Aralık 2012 Çarşamba

Kişisel Manifestomdur!


2012’nin 18 Ocak’ında, bembeyaz karlı bir İstanbul sabahında yaşamımın en güzel, en değerli hediyesiyle buluştum.. Oğlum Çetin Aras 40 haftalık upuzun bekleyişimizin sonunda artık bizimleydi! Bundan sonra hayatta mutsuzluk diye bir duygu olamaz diye düşünürken günler hızla geçti, ve O’nun mis bebek kokusunun sarhoşluğu eşliğinde, aslında sadece O’nu doğurmadığımı farkettim buruklukla..

Evet Aras’la birlikte nur topu gibi bir vicdan azabı da doğurmuştum!

Bana muhtaçtı! Kokuma, tenime her an hasretti. Tıpkı benim O’na olduğum gibi. Bir saniye bile ayrılmıyorduk, hep kucağımdaydı. Bütün aksi telkinlere, ayıplamalara, zaman zaman sitemlere rağmen, içgüdülerim O’ndan hiç ayrılmamayı fısıldıyordu yüreğime. “kucağa alıştırma” dediler, bense zaten kucağıma, dokunuşuma alışık diyordum, dünyanın en saçma önerisiydi bence. Bizim birbirimize ihtiyacımız vardı işte, bundan daha görünür bir gerçek olabilir miydi?

Tabii bunlar tatlı başlangıçlardı. Çünkü hala ben ve bebeğim birlikteydik, en önemlisi de buydu..

Her günü sayarken ve her gün için şükrederken oğlum 2,5 aylık oluverdi göz açıp kapayana kadar. Ve O’nu ilk gördüğüm, kokusunu ilk içime çektiğim andan beri göğüs kafesimin altında hep varolan ince sızı engellenemez biçimde hayatımın içindeydi.. Doğum izni dediğin neydi ki? Sona yaklaşmıştı işte!

Hayatımın en mutlu olmam gereken evresinde bir türlü huzura eremiyordum. Yıllık izin, süt izninin bir kısmı derken süre 5 aya uzadı, sevinç çığlıklarıyla.. Zaten bir bakıcımız vardı 40 günlükten beri, 5 aylık olana kadar oooo çoktan alışmış olurlardı birbirlerine..
İşe başlamadan 2 hafta önce bakıcımızla yollarımız ayrıldı, annem başka bir şehirden kalktı geldi, yeni birini aramalar, O’nu alıştırmalar derken;

5 ay dolduğunda çok ağlamalı, isyanlı, şiş gözlerle işyerine varılan günler başladı. Yine ayıplanıyordum! Haftanın 1 günü süt iznim vardı, 2 günü evden çalışma konusunda anlaşmıştık, topu topu 2 gün ofise gidiyordum, benimkisi şımarıklıktı artık! Bana sorarsanız da yaşadığım çok ama çok derin bir aşk acısıydı.. Yüzü gözümün önünden bir saniye olsun gitmiyordu, burnumun direği her dakika sızlıyordu.. Değil iki gün, benim için birkaç saat bile yeterliydi bunları hissetmek için!

Herkes bunları “aşırı”(!)  annelik duygularıma ve şanssız şekilde bakıcı değişiklikleri yaşamama bağladı. Dünyanın en doğal içgüdüsü değil miydi her canlı için, her anne için yavrusunun yanında olmayı istemek? Ne zamandır modern dünya bunun ismini “aşırı annelik” koyar olmuştu ki??

Çaresizlik.. hayatımda ilk kez ve en ağırından çaresizlik! Okudum araştırdım, yollar aradım ama bulamadım..

Uzatmayalım.. alışırsın, herşey yoluna girer telkinleri eşliğinde 6 aydır çalışıyorum. Süt iznimin kalanı da bitti, evden çalışma opsiyonum da 1 güne indi. 2 haftadır haftada 4 gün ofisteyim. Ve minicik yavrumdaki mutsuzluğu gözlerimle görüyorum..

Bu sebepledir ki ey dünya!;

Ben bundan sonra eşyanın tabiatına aykırı yaşamayı reddediyorum!

Oğlumun kendini güvende hissetmek için beni yanında görmeye, her istediğinde emzirilmeye, annesinin kucağında uykuya dalmaya hakkı vardır!  Bu, “hak”tır; bir lütuf veya şımarıklık değildir!

Benim bir anne olarak oğlumun kokusunu doyasıya içime çekmeye, her anına, gelişimine tanık olmaya, huzurla nefes almaya hakkım vardır! Bu, “hak”tır; bir aşırılık, beceriksizlik, sorumsuzluk ya da vizyonsuzluk değildir!

Modern(!) dünyanın dayattığı bu sömürü düzenine artık ayak uydurmayacağımı ilan ediyorum. Evet para kazanmanın bir yolunu bulacağım. O eğitimle, kariyerde geldiğim o noktayla kıyas kabul etmeyecek belki, ama artık buna da hazırım. Hemen yarın istifamı verecek değilim, ama bundan sonra nihai hedefim bellidir ve 6 ay içerisinde hayata geçecektir..

Daha sade, daha özgür, daha huzurlu, daha yalın bir hayata merhaba!

Bu yolculuğa tanık olmak isteyen herkesle yolculuğumu pay etmeye geldim..